Aşk, ciddi bir akıl hastalığıdır ve var oluş ile yok oluş arasında giderken kaybolmaktır. İçimizi ısıtan, eşi benzeri olmayan içsel bir buhran halidir. Bu yüzden aşk, birçok kişi tarafından yaşanır ancak çok az kişi tarafından keyifle sürdürülebilen duygu haline dönüşebilir.  

Ünlü filozof Platon’a göre aşk, ciddi bir akıl hastalığıyken Schopenhauer’a göre ise aşk insanın türünü sürdürebilmesi için kurulmuş bir tuzaktan başka bir şey değil. Peki, gerçek anlamda aşk nedir? İşte cevabı.. 

4. Platonik aşk, Platon'un

Âşk; Yanan, yakan, kasıp kavuran, vazgeçilmez, ciddi bir akıl hastalığıdır. İlk olarak birine karşı ansızın merak duymaya başlarsınız, bu merak zamanla korkunç bir seviyeye ulaşır. Ardından onu tanımak, onunla doğmak, dünyayı onunla yeniden keşfetmek istersiniz. O kişiyle hayatınızın sonuna kadar yaşlanmak istersiniz. Siz sanki siz değilsinizdir, gözünüz hiçbir şey görmez olur. Yani Gustave Flaubert göre bir aşkta bilmek istemiyorum demek bu duygulara en uzak cümlelerden biridir. O yüzden bu merak aşk olarak tanımlanır. 

Aşkı anlatabilmek için yeryüzünde var olan dillerden çok farklı bir dil gerekir. Üç harften oluşan, kısacık bir sözcüğün bu denli iz bırakabilmesi her ne kadar ilginç gelse de söylendiğinde, okunduğunda ya da duyulduğunda insanın dikkatini çeken, içinde bir şeyleri kıpırdatan bir histir.  

Uğruna dağları deldiren, şiirler yazdıran, şarkı sözlerine işleyen, kişiyi yemeden içmeden kesen hatta ve hatta deli olunan bu durumu anlatan birkaç sözcük vardır ki...

Eğer aşk, salt bir sözcük olsaydı; yaşanan bir gerçekliğe kılavuzluk etmeseydi, hayatımıza yön veren ve etkili bir kavram olabilir miydi ki...  

Schopenhauer’in Aşkın Metafiziği, Afşar Timuçin’in Aşkın Diyalektiği, Alain Finkielkraut’un Sevginin Bilgeliği, Herbert Marcuse’un Eros ve Uygarlık, Erich From’un Sevme Sanatı gibi çalışmalar filozoflar tarafından kapsam bir şekilde ele alınmıştır. “Aşkın ölçüsü ölçüsüz sevmektir” diyen Aziz Augustinus ve nice filozof aşk’ı bir varlık olarak inceleyip, onun neliğini ortaya koymaya çalışmıştır.  

İnsanı hem en güçlü, hem de en zayıf hissettiren ilişki aşktır... Çünkü savunmasız yaşanır; düşünsel, duygusal ve bedensel boyutuyla...  

Asla evlenmedikleri halde Sartre Simone’ye olan aşkını şu sözlerle tanımlar; “ Bilirsiniz, birini sevmeye başlamak gerçek bir iştir. Enerjik, cömert ve kör olmak zorundasınızdır. Hatta en başlarda uçurumdan atlamak zorunda olduğunuz bir an vardır ki eğer üstünde düşünürseniz, atlamazsınız.”

Yani aşk, teklifsiz, beklentisiz, çıkarsız ve apaçık yaşanır...