Her yıl 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece kutlanan Hıdırellez, Anadolu'dan Orta Asya'ya uzanan geniş bir coğrafyada baharın gelişi, doğanın canlanışı ve umudun simgesi olarak kabul edilir. Aynı zamanda bu tarih, halk inancına göre ölümsüzlüğe ulaşmış iki ulu kişinin, Hızır ve İlyas’ın yeryüzünde buluştuğu gün olarak da bilinir.
Hıdırellez’in Kökeni Nereden Geliyor?
Hıdırellez’in kökeni, sadece İslam kültürüne değil; Mezopotamya, Yunan, Roma ve Türk mitolojisine kadar uzanır. Baharın gelişiyle yapılan törenler, doğayla barış içinde yaşama, toprağın bereketlenmesini dileme ve ölümsüzlük arayışı gibi temaları işler. Bu yönüyle Hıdırellez, farklı inanç sistemlerinden izler taşıyan çok kültürlü bir gelenektir.
Bazı tarihçiler bu geleneğin, İslamiyet öncesi Türklerin “gök sakallı bilge atalarına” duydukları saygının bir devamı olduğunu belirtir. Diğerleri ise Hıdırellez’in, eski Akdeniz uygarlıklarında bahar tanrılarına adanan törenlerle bağlantılı olduğunu savunur.
Hızır ve İlyas Kimdir, Neden Buluşurlar?
Halk inancına göre Hızır, karada darda kalanlara yardım eden, bolluk ve sağlık getiren ölümsüz bir ermiştir. “Ab-ı hayat” adı verilen yaşam suyunu içmiş, zaman ve mekân kavramı dışında dolaşarak zor durumda olanlara görünür.
İlyas peygamber ise denizlerin ve suların koruyucusudur. Efsaneye göre her yıl 6 Mayıs’ta, Hızır ile İlyas bir araya gelir ve bu buluşma doğaya can verir. O gece Hızır’ın uğradığı yerlere bolluk, şifa ve bereket yayılır.
Hıdırellez’de Ne Yapılır?
Hıdırellez, dileklerin kabul olduğu kutsal bir zaman dilimi olarak görülür. Bu nedenle insanlar;
- Gül dallarına dileklerini asar,
- Çizdikleri resimlerle isteklerini sembolize eder,
- Sadaka verir, oruç tutar veya kurban keser,
- Hızır’ın uğrayacağı yerleri temizleyip yemekler hazırlar.
Bazı yörelerde Hızır’ın ayak izinin çıktığına inanılan çimenlik alanlar, adeta ziyaret yerlerine dönüşür. Hızır’a “rastlamak” o gecenin en büyük dileğidir.
Hıdırellez, yüzeyde sadece baharın gelişi gibi görünse de çok katmanlı bir kültürel hafızanın ve halk inancının ürünüdür. Doğayla insan arasındaki dengeyi kutsayan bu gelenek, geçmişten bugüne dirilişin, umudun ve insanın doğayla barışık yaşama arzusunun sembolüdür.