ÖZEL HABER-GİZEM GÜVEN
Uzman Klinik Psikolog Elif Yamaş, 10 Mayıs Dünya Psikologlar Günü dolayısıyla İşçi Haber’e özel açıklamalarda bulundu. Psikoloji bilimiyle ilgili sıkça merak edilen konuları yanıtlayan Yamaş, terapiye dair toplumda hâlâ var olan bazı yanlış algılara dikkat çekti. "Terapi bir lüks değil, günümüz yaşam koşullarında bir gerekliliktir" vurgusunu yapan deneyimli psikolog, hem bireylerin ruh sağlığına hem de psikologluk mesleğinin bilinmeyen yönlerine dair önemli bilgiler paylaştı.
Ruh sağlığı alanında çalışan profesyonellerin karşılaştığı zorluklara da değinen Yamaş, terapistlerin de insan olduğunu ve zaman zaman duygusal yük taşıdıklarını belirterek, mesleğin duygusal açıdan yıpratıcı yönlerine dikkat çekti. Ayrıca psikolojik danışmanlık hizmetlerine yönelik seans ücretleriyle ilgili de açıklamalarda bulunan Yamaş, bu alandaki emeğin görünür olması gerektiğini vurguladı.
"Mesleğinizde ne gibi zorluklarla karşılaştınız? Mesleğinizin zorlukları neler?"
Öncelikle şunu söylemek isterim ki, elbette her mesleğin zorlukları vardır. Ama bu zorlukları farkına varabilmek, onları dönüştürmek için çaba göstermek ve özellikle bir psikolog olarak en temel düzeyde neyin bizi zorladığını anlayabiliyor olmak çok kıymetli. Psikologların ne yaptığı zaman zaman tam olarak anlaşılamayabiliyor. Sıklıkla psikologlar sadece dinler gibi bir algıyla karşılaşıyoruz. Oysa biz sadece dinlemiyoruz biz etkili dinliyoruz. Bu, kulağa basit gibi gelse de arka planda ciddi bir mesleki donanım, sabır, içsel denge ve psikolojik kuramsal altyapı var. Seans sırasında beynimiz sürekli çalışıyor hem anlatılanları bütüncül olarak değerlendiriyoruz hem de danışanımızın ihtiyacına göre nasıl bir yaklaşım sunacağımıza karar veriyoruz. Mesleğimizin en zorlayıcı taraflarından biri duygusal yoğunluğu yüksek bir alanda çalışıyor oluşumuz. Bazen danışanlarımızın kimseyle paylaşamadığı, hatta kendilerine bile söylemekte zorlandıkları durumlara tanıklık ediyoruz. Ve evet, bu tanıklık profesyonel sınırlar içinde kalsa da, insan olarak etkilenebiliyoruz. Beynimiz kadar bedenimiz de bu sürece dâhil oluyor; çünkü beden kayıt tutar. Bu da zaman zaman hem bedenen hem de mental yorgunluk hissettirebiliyor. Bir diğer zorluk ise, toplumdaki önyargılar ve yanlış bilinen doğrular. Günümüzde psikoloğa gitmek, geçmişe kıyasla daha çok normalleşmeye başladı ki bu çok sevindirici. Ama hâlâ psikoloğa gitmek için çok büyük bir sorun yaşamak gerekiyor gibi yanlış inançlarla karşılaşıyoruz. Oysa ruhsal iyi oluş hali her bireyin hakkıdır ve destek almak için illa krizin eşiğinde olmamız gerekmez. Bu farkındalığı artırmak bizim için sürekli devam eden bir mücadele alanı. Mesleğimizin yapısal sorunları da var. Etik ihlaller, unvan karmaşaları ya da psikolog olmayan kişilerin psikolojik destek adı altında hizmet vermesi gibi durumlar, hem mesleki güvenilirliği zedeliyor hem de toplum için ciddi bir risk oluşturuyor. Tüm bu zorluklara rağmen, mesleğini seven biri olarak gün sonunda “iyi ki” diyebiliyor olmak benim için en kıymetli şey. Çünkü biz, danışanlarımızla birlikte dönüşüyoruz. Onların yollarına eşlik etmek, o sürece tanıklık ediyor olmak beni her zaman derinden etkiliyor. Ve işte bu tanıklık, mesleğimin en değerli tarafı.
PSİKOLOGLAR DA PSİKOLOĞA GİDER Mİ?
“Danışanlarınız tarafından fiziksel ya da sözlü şiddete/tacize maruz kaldınız mı? Ya da size zorluk çıkaran danışanınız oldu mu? Bunları yaşayan meslektaşlarınız var mı?”
Ben kişisel olarak şimdiye kadar doğrudan bir fiziksel ya da sözlü şiddete maruz kalmadım. Ancak ne yazık ki bu tür olumsuz deneyimleri yaşayan meslektaşlarım oldu. Özellikle travma alanında çalışan ya da zorlayıcı psikiyatrik vakalarla ilgilenen psikologlar, bu riske daha açık olabiliyor. Psikoterapi sürecinde zaman zaman güçlükler yaşanabiliyor. Danışanla güven ilişkisi kurulmadan önce direnç, öfke ya da güvensizlik gibi duygular ortaya çıkabiliyor ve bu da iletişimde zorlanmalara neden olabiliyor. Ancak burada en önemli nokta, danışanın davranışlarını kişiselleştirmemek ve bu tepkilerin ardındaki duyguyu görebilmek. Bu tür durumlarda hem mesleki sınırlarımızı korumak hem de etik ilkelere bağlı kalarak gerekli adımları atmak oldukça önemli.
“Psikologlar da psikoloğa gider mi peki Elif Hanım?”
Kesinlikle evet. Biz psikoloğuz ama en temelde insanız. Zaman zaman zorlayıcı süreçlerden geçebiliriz ve böyle dönemlerde terapi desteği almak bizim için de oldukça kıymetlidir. Üstelik terapiye gitmek için illa büyük bir problem yaşamak gerekmez. Kendi iç dünyamızı tanımak, farkındalığımızı artırmak ve mesleki olarak sağlıklı kalabilmek için de terapi sürecinden geçmeliyiz. Danışanlarımızın duygularına eşlik edebilmek için önce kendi içsel süreçlerimizi anlayabiliyor olmamız gerekir. Psikolog koltuğunda oturmak kadar, danışan koltuğunda oturmayı deneyimlemek de çok farklı ve öğretici bir deneyimdir. Bu nedenle bir psikoloğun hem düzenli süpervizyon alması hem de kendi terapi sürecinden geçmesi mesleki sorumluluğunun bir parçasıdır. Bazen Psikolog bile psikoloğa gidiyor, o da çözememiş, bana nasıl katkı sağlayacak? gibi yanlış bir algıyla karşılaşıyoruz. Oysa bu bir eksiklik değil, tam tersine güçlü bir farkındalık ve etik sorumluluk göstergesidir. Kendine iyi bakan bir psikolog, danışanlarına da daha sağlıklı ve etkili bir şekilde eşlik edebilir.

‘TERAPİ BİR LÜKS DEĞİL, İHTİYAÇ’
"Seans ücretleri sizce pahalı mı?"
Bu soru toplumda çok sık duyduğumuz ve merak edilen konulardan biri. Evet içinde bulunduğumuz ekonomik koşullarda birçok hizmet kaleminde olduğu gibi terapi ücretleri de zaman zaman yüksek algılanabiliyor. Ancak burada önemli bir farkındalık geliştirmemiz gerekiyor. Terapi bir hizmet değil, bir emek sürecidir.Biz psikologlar, yalnızca seans sırasında değil öncesinde ve sonrasında da danışanlarımız için ciddi bir hazırlık süreci yürütüyoruz. Bunun yanı sıra aldığımız eğitimler, süpervizyonlar, etik sorumluluklarımız ve mesleki gelişim yolculuğumuz ömür boyu devam eden bir süreç. Dolayısıyla bir seans sadece 50-60 dakikalık bir görüşmeden ibaret değil yılların emeğini ve profesyonel birikimi içinde barındırıyor. Elbette ki psikolojik desteğin erişilebilir olması çok önemli. Çünkü terapi bir lüks değil, bir ihtiyaç. Benim ve tüm meslektaşlarımın en büyük temennisi bu desteğin herkes için ulaşılabilir hale gelmesi.
“Elif Hanım psikoloji alanında doğru bilinen yanlışlar nelerdir?”
Açıkçası psikolojiyle ilgili toplumda çok sayıda doğru bilinen yanlış var. Bunlardan birkaçını paylaşmak isterim. En yaygın olanı, psikoloğa ancak çok ciddi sorunları olan insanlar gider düşüncesi. Oysa terapi sürecine başlamak için büyük bir kriz yaşamak gerekmez. Günlük yaşam işlevselliği yerinde olan birçok kişi, terapi sayesinde kendini daha yakından tanıyabilir, farkındalık kazanabilir. Biz psikologlar sadece zor zamanlarda değil ilişkilerimizi güçlendirmek, içsel dengemizi korumak ve hayattaki döngülerimizi fark etmek için de terapi süreçlerine eşlik ederiz. Bir diğer doğru bilinen yanlış ise psikologlar akıl verir, yol gösterir düşüncesidir. Danışanlardan zaman zaman bana bir yol gösterin, ne yapmam gerektiğini söyleyin gibi beklentilerle karşılaşabiliyoruz. Ama biz psikologlar danışanlarımıza yol çizmek yerine, onların kendi yollarını bulmasına eşlik ederiz. Yani esas görevimiz, kişinin içsel kaynaklarını fark etmesine ve kendi cevabını yine kendi içinde bulmasına alan açmaktır. Bir başka yanlış inanış da terapiye bir kere gittim, işe yaramadı düşüncesidir. Oysa terapi bir süreçtir. İlk seans genellikle tanışma ve danışanın yaşadığı konuyu anlamaya yöneliktir. Gerçek değişim ve dönüşüm, düzenli ve devamlılık gösteren seanslarla mümkün olur. Terapi bir yolculuktur ve bu yolculuk zaman, sabır ve karşılıklı emek gerektirir.
UZMAN KLİNİK PSİKOLOG ELİF YAMAŞ'TAN DEPRESYON VAKALARINA İLİŞKİN DEĞERLENDİRME!
“Depresyon vakaları son dönemde neden bu kadar arttı?”
Öncelikle yaşadığımız çağın dinamikleri, hepimizi hem psikolojik hem de fiziksel olarak zorlayabiliyor. Hızlı yaşam temposu, sürekli bir yerlere yetişme telaşı, hayatın belirsizlikleri, ekonomik zorluklar ve yalnızlık gibi faktörler bireyin ruh sağlığını olumsuz etkileyebiliyor. Tüm bunlara bir de sosyal medyanın yarattığı kıyaslama kültürü eklendiğinde, bireyde yetersizlik ve özgüven kaybı hissi oluşabilir. Sürekli olarak seçilmiş, idealize edilmiş vitrinlerle karşı karşıyayız ve fark etmeden kendimizi bu görüntülerle kıyaslayabiliyoruz. Bu da yaşam doyumunu düşürüyor. Öte yandan artık insanlar psikolojik desteğin öneminin daha fazla farkında. Bir şeylerin yolunda gitmediğini hissettiklerinde yardım almaya daha açıklar ki bu oldukça sevindirici. Bu farkındalığın artmasıyla birlikte depresyon tanısı alan bireylerin sayısı da görünür hâle geliyor. Kısacası, hem çağın getirdiği zorluklar hem de artan psikolojik farkındalık, depresyon vakalarının artışında etkili oluyor diyebiliriz.
“Depresyon ile tükenmişlik sendromu sıkça karıştırılıyor. İkisi arasındaki farklar nedir?"
Depresyon ve tükenmişlik sendromu günlük yaşamda sıkça duyduğumuz, bazen de karıştırılan iki kavram. Ama aslında temelde önemli farkları var. Depresyon, bir duygu durum bozukluğudur. Kişi sadece işle değil, hayatın genelinde bir isteksizlik, keyif alamama, enerji düşüklüğü, suçluluk ya da değersizlik gibi duygular yaşar. Uyku ve iştah bozulabilir, sosyal ilişkiler ve günlük işlevler olumsuz etkilenir. Bu belirtiler en az iki hafta sürdüğünde depresyon tanısından söz edebiliriz. Tükenmişlik sendromu ise daha çok işle bağlantılıdır. Yoğun stres altında çalışan kişilerde görülür. Kişi kendini duygusal olarak bitkin, işe karşı motivasyonsuz hisseder. Tahammülsüzlük, verim kaybı, işe yabancılaşma gibi durumlar yaşanabilir. Ama kişi işle ilgili alanlardan uzaklaştığında bu duygular bir nebze de olsa hafifleyebilir. En önemli fark şu. Depresyon hayatın her alanını etkiler, tükenmişlik ise daha çok işle sınırlıdır. Ama uzun süre göz ardı edilen tükenmişlik zamanla depresyona dönüşebilir. Bu yüzden erken fark etmek ve destek almak çok önemlidir.