"Haberin İşçisi"
İstanbul
Açık
13°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
38,5992 %0.33
43,6545 %0.2
4.018,80 % 0,37
3.717.675 %-0.444
İşçi Haber Magazin Gönül Dağı'nın senaristi Ali Kara'dan İşçi Haber'e özel röportaj!

Gönül Dağı'nın senaristi Ali Kara'dan İşçi Haber'e özel röportaj!

Tütün tarlalarının ortasında, gaz lambasının solgun ışığında kurduğu hayallerle yola çıkan Ali Kara (Ali Asaf Elmas), bugün milyonların kalbine dokunan hikâyelere hayat veriyor. “Gönül Dağı” ile geniş kitlelerin sevgisini kazanan Kara, aslında yıllardır Anadolu’nun içten sesiyle yazıyor. Klişelere yaslanmadan, entrikaya sığınmadan; dostluk, sadelik ve samimiyetle örüyor her hikâyesini. İşçi Haber’e özel bu röportajda, sadece bir diziyi değil, bir yazarın hayata, insana ve memlekete dair bakışını da keşfedeceksiniz.

Okunma Süresi: 13 dk

ÖZEL HABER - GİZEM GÜVEN

Ali Kara (Ali Asaf Elmas), hayata bakış açısıyla ve yazarlık anlayışıyla, Anadolu'nun derinliklerinden çıkan nadir isimlerden biri. "Gönül Dağı" gibi büyük bir projede imzası olan Kara, yalnızca bir senarist değil, aynı zamanda Anadolu'nun ruhunu anlamaya ve bunu modern dünyaya aktarmaya çalışan bir anlatıcı. İşçi Haber'e özel açıklamalarında, tütün tarlalarının ortasında, gaz lambasının solgun ışığında yazmaya başlayan bir adamın, bugün nasıl güçlü bir senarist haline geldiğini samimiyetle paylaşıyor.

Ali Kara, kalemiyle toplumun en derin duygularına dokunmayı başarmış bir isim. Yalnızca "Gönül Dağı" ile değil, her yazdığı projede, izleyicisini yoğun bir duygusal yolculuğa çıkaran bir senaryo yazarı olarak tanınıyor. Ancak onun yazarlığını özel kılan şey, dramatik hikayeler arasında bile Anadolu'nun sadeliğini ve samimiyetini koruması. Klişelere kaçmadan, toplumun gerçek değerlerini ekranlara taşıyarak, reytingde de büyük başarıya imza attı. Bu başarısının ardında ise hiçbir zaman "çoklu entrikalar" ya da "yasak aşklar" gibi bilindik formüller olmadı. Ali Kara'nın yazarlık kariyerindeki başarı, içsel bir dürüstlük ve derinlikten geliyor. Onun yazdığı her karakter, bir Anadolu çocuğunun ruhunu taşıyor ve bu sayede izleyiciler karakterlerde kendilerini bulabiliyorlar.

İşçi Haber'e özel röportajında, yazarlık yolculuğunu, zorluklarını ve ilham kaynaklarını tüm içtenliğiyle anlatan Kara, bu alandaki en büyük gücünü samimiyetinden aldığını vurguluyor. "Gönül Dağı" onun hayatındaki dönüm noktalarından biri olsa da, bu yolculuğun başlangıcı yalnızca tütün tarlalarının olduğu bir köyde yazmaya başlamakla olmadı. Kara, o ilk hayallerinin peşinden giderek, kelimelerle dokuduğu Anadolu masallarını bugüne taşıdı.

İzleyiciler, sadece Gönül Dağı'nda değil, Ali Kara’nın tüm yapımlarında, Anadolu'nun insana dair değerlerini buluyorlar. Ali Kara'nın yazarlığı, bir yolculuk, bir keşif ve bir aidiyet duygusu taşıyor. Her yazdığı senaryo, izleyicisini bu yolculukta bir adım daha ileriye götürüyor ve her bir karakterin hayatına dokunarak, Anadolu'nun gerçek dokusunu ekrana taşıyor.

‘HAYAT MACERAM TÜTÜN TARLALARINDA BAŞLADI’

"Öncelikle sizi biraz daha yakından tanımak isteriz Ali Bey. Hayatın ilk izlerini nerede ve nasıl deneyimlemeye başladınız? Sizi siz yapan köklerinizden bahseder misiniz?"

Hayat maceram taşrada başladı. Tütün karıklarının arasında. Yazlarımın yarısı köyde yaylada, yarısı tütün tarlasında geçiyordu. Çok güzel bir çocukluk yaşadığımı düşünüyorum. Dedem rahmetli keçi güderdi. Sürüsü vardı. Ben de onunla beraber keçilerin peşinde koştururdum. Dağ bayır gezerdik. Çınar ağaçlarının arasından akan bir deremiz vardı, dedem oradan benim için balık tutardı sonra onları közde pişirir elleri yana yana hazırlardı. Kendisi tek bir lokma bile yemezdi. Sonra çamlıktan topladığımız çam kabuklarından oyuncaklar yapardı bana. Kayıklar, arabalar… İlk çocukluğum böyle geçti, sonrası Ege’nin o masalsı yaz gecelerinin içinde. Ovanın yüzü ateşböceklerinin dansı gibiydi. Bir tepeye çıkıp baktığınızda lüks ışıklarının aydınlattığı ovayı görürdünüz. Sanki bir şehir zannederdiniz koca ovayı. Radyo sesleri gelirdi her tarladan. Doksanların o unutulmaz şarkıları, kimi arabesk, kimi taverna, kimi pop dinlerdi. İnanılmaz güzel komşulukları vardı. Gece yarılarına kadar lüks ışığında tütün toplardık tarlada, saat on gibi çay sohbetleri olurdu. Bütün komşular toplanır çay içerdik. Beni ben yapan galiba bu samimiyetti. Küçük dünyalarında mutlu insanlar, ova damında eski külüstür masam, masamın üstünde gaz lambam, kitaplarım, sabahlara kadar kurduğum hayaller. Dedemin oyuncakları, peşinden koştuğum keçilerin inatçılığı… Vazgeçmeme duygum oradan, hayal kurmam oradan ve ne olursa olsun inancımı asla kaybetmemem ondan.

"Senaristlik, hep hayalini kurduğunuz bir meslek miydi, yoksa zaman içinde keşfettiğiniz bir tutku mu oldu? Bu yola adım atmanızı sağlayan en büyük etken neydi?"

Aslında ben yazarlık olarak baktım meseleye hep. Evet senaristlik başlı başına bir meslek ama yazarlıkla birleştiğinde büyük bir anlama kavuşuyor. Yazma duygum çok küçük yaşlarda başladı. Çok kitap okurdum, gece gündüz. Okudukça içimde tutamadığım bir tutku gelişti. İlk roman denemem henüz orta okuldaydı. Bir defteri tamamen bitirmiştim, ikinci deftere geçmiştim. Ama biten defteri maalesef kaybettim. -Tahmin ediyorum ki o ilk defter bitmiş bir okul defteri zannedilip soba yakarken kullanıldı. Hiç unutmuyorum bir abla kardeş hikayesiydi. Tıpkı Gönül Dağı’ndaki Taner ve Zahide gibi… Vazgeçmedim bir daha başladım, bu defa daha büyük bir defter aldım, tek deftere sığsın diye ama sığmadı bitiremedim de… Araya üniversite hazırlık süreci girdi… Yazmaya vakit bulamayınca bari konuşmaya bir saatim olsun dedim, radyo programcılığına başladım. Lise son sınıfta yerel bir radyoda yaptığım programlar kendi içinde epey bir ses getirdi. Ben de radyonun o gizemli havasına, o samimiyetine kendini kaptıranlardan oldum. Uzunca bir süre radyo programlarım için yazdım. Sonra üniversite yılları… Radyoyu bırakmadım hem çalıştım hem okudum. Sonra sinemayla tanıştım. Üniversitenin ilk senesi, Niğde’de… Küçük bir sinema vardı. İstanbul’da vizyona giren bir film bize üç ay sonra gelirdi. Makinistiyle arkadaş olmuştum, gelen her filmi bedavaya izliyordum. 2000’li yılların başı… Çok güzel filmler geliyordu. Ödüllü filmler. Sonra bir film izledim ve hayatım değişti. Gittim bir kere daha izledim biraz daha değişti. Sonra bir kere daha izledim tamamen değişti. O kadar heyecanlandırmıştı ki, ben sinemacı olacağım dedim. Yazacağım çekeceğim. Roman gibi filmler yapacağım… Tabi bir karar verince insan her şey bitmiyor elbette ama her şey de bir kararla başlıyor. Sonrası uzun bir yol. Sıkıntılarla, dertlerle, mücadelelerle dolu. Çok bedeller ödedim. Taşradan gelmenin, hiç kimseyi tanımamanın bir bedeli varmış gerçekten. Ama insan ne istediğini biliyorsa işi gerçekten kolaylaşıyor. Yeşil Deniz’e bir diyalog yazmıştım; “Yola bakcen, yola bakcen, yola bakcen” çok basit gibi görünen bir diyalogdu ama ben hep yola baktım. Önümdeki yola. Başka kimsenin yoluna değil. Kimin ne yaptığıyla ilgilenmedim, ben ne yapıyorum dedim. Ne yazıyorum ne anlatıyorum ne anlatmak istiyorum? Kendi içimdeki yolu buldum, kendi içimdeki duyguları…

"Bir filmin veya dizinin başarısında en belirleyici unsur sizce nedir? Hikâyenin omurgasını oluşturan senaryo mu, karakterlere hayat veren oyunculuk mu, yoksa görsel dili ve anlatımı şekillendiren yönetmen mi? Senaryonun, bu üç temel yapı taşı içindeki konumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?"

Hepsi… Yani yaptığımız iş birçok bileşenin bir araya gelip de oluşturduğu bir iş. Sinema büyülü bir sanat bunun içinde söz var, insan var, mekân var, müzik var… Tek başına hiçbiri yetmiyor. Hepsinin ölçülü bir şekilde bir araya gelmesi gerekiyor. Dolayısıyla bu bir dans, bu bir ritim… Bu ritmi yakaladığınızda ortaya güzel bir film çıkıyor. Evet bu bütünün içinde senaryo çok önemli bir parça. Kötü bir senaryonuz varsa asla iyi bir film yapamazsınız. Ama iyi bir senaryonuz varsa her zaman şansınız daha yüksektir… Çekim sürecinde birçok aksilikler olabilir ama senaryonun duygusunu bir şekilde ekrana taşıdığınızda her zaman karşılığını bulur…

ALİ KARA: SENARİST YAZMAZ OYUNCU YAZDIRIR

"Ali Bey, yazdığınız senaryonun, yönetmen ve oyuncu performansları açısından tam anlamıyla beklentileri karşıladığını düşünmediğiniz bir proje oldu mu? Eğer olduysa, bu tür uyumsuzlukların dramatik yapı ve karakter gelişimi üzerindeki etkileri nasıl oldu?"

Elbette oldu. Dediğim gibi bu bir ekip işi… Birçok parçanın aynı anda doğru bir şekilde buluşması gerekiyor. Eğer yazdığınız bir projeyse zaten düğme baştan yanlış iliklenmiş oluyor ve o projenin tutma şansı kalmıyor. Ama projenin içinde aksayan parçalar varsa, çalışmayan karakterler, duygular varsa elbette vazgeçtiğim çok oluyor. Bir karakter yazıyorum ama cast oturmamış, mecburen vazgeçip yeni karakterlere yeni hikayelere yöneliyorsunuz… Zaten dizide şuna inanıyorum ben, dizi çekilene kadar yazarın hayali yön veriyor, sonrasında ise oyuncunun o karakteri nasıl oynadığı. O yüzden her çalıştığım oyuncuya şunu söylüyorum; senarist yazmaz oyuncu yazdırır

“Senaryo yazım sürecinizde karakter odaklı mı yoksa olay örgüsü merkezli bir yaklaşım mı benimsiyorsunuz? Önce karakterleri derinlemesine inşa edip hikâyeyi onların üzerinden mi şekillendiriyorsunuz, yoksa dramatik yapıyı kurduktan sonra karakterleri bu çerçevede mi geliştiriyorsunuz? Senaryo geliştirme sürecinizde nasıl bir anlatı stratejisi izliyorsunuz?”

Ben tamamen karakter merkezli bakıyorum. Önce karakterlerim vardır hikâye ve olay örgüsü sonra gelir. Aslında hayat gibi. Hayatlarımızı belirleyen şey çoğunlukla karakterimizdir. Verdiğimiz kararlar, isteklerimiz, arzularımız, korkularımız, endişelerimiz. Elbette bizim dışımızda bizi etkileyen birçok olay vardır ama onlara verdiğimiz tepkiler zaten bizi biz yapar. O yüzden yazarın yazdığı karakteri çok iyi tanıması gerekiyor. Onun kılcallarında dolaşıp her anında her kararında onun gözünden ve içinden yollar bulması gerekiyor… Eğer büyük bir hikayem varsa bile onu önce bir kenara koyup karakterlerimi inşa ediyorum. Sonra o hikâyeyi ve olay örgüsünü çekmeceden çıkarıp karakterin önüne koymak kolay. Ama hikâyenin nasıl gelişeceğini ve nasıl finalize olacağını yazdığım karakterler belirliyor.

"Türkiye'de birçok dizi, entrika, yasak aşk ve sansasyonel ilişkilerle izleyici çekmeye çalışırken, siz Yeşil Deniz ve Gönül Dağı gibi yapımlarla Anadolu insanının sıcaklığını, kültürel değerlerini ve içten insan ilişkilerini ön plana çıkarıyorsunuz. Üstelik bunu yaparken büyük bir başarı elde ediyorsunuz. Popüler klişelere başvurmadan, hikâyelerinizi nasıl güçlü kılıyorsunuz?”

Ben sinemayı ya da daha geniş bir tanımla dramatik anlatıları Mesnevi'de geçen Fil hikayesine benzetiyorum. Hayatında hiç fil görmemiş insanlar karanlık bir odada fili tanımlamaya çalışırlar. Kimi kuyruğundan tutar filin bir yılana benzediğini söyler, kimi gövdesine dokunur duvara benzetir, kimi burnunu tutar hortum olduğunu iddia eder. Dramatik anlatılar da böyle herkes kendi algısından ve algılayabildiği yerden bir yorum getiriyor. Özellikle dizi sektöründe çok fazla genel kabul var. Şu olmazsa tutmaz, bu olmazsa tutmaz gibi. Ama ben hep hikâye anlatıcılığına inandım… Doğru karakterler ve doğru bir anlatı bulduktan sonra bütün hikayeleri anlatmak mümkün. Dramada en önemli unsur özdeşimdir ve özdeşim karakterle başlar. Seyirci kendisine yakın bulduğu, kendinden izler gördüğü, hatta tam olarak kendisini gördüğü karakterleri sever. Bu duyguyu ve bu bağı yakaladıktan sonra entrikaya gerek var mı? Yasak aşka, karmaşık ilişkilere gerek var mı? Yeşil Deniz, Gönül Dağı, Modern Doğu Masalları… Bunlar bizim özümüzden gelen hikayeler. Anadolu insanın özlediği hayalini kurduğu hikayeler. Bir ayna gibi, kendimizi görüyoruz bu projelerde… Önemli olan yeni bir yol açmak, gidilmiş olandan gitmek zaten kolay…

'GÖNÜL DAĞI BÜYÜK BİR SAMİMİYETİN ÜRÜNÜ'

"Yeşil Deniz’de dört kafadar, Gönül Dağı’nda ise üç kuzen arasındaki dostluk ve dayanışma, dizilerinizin en güçlü yanlarından biri. Gerçek hayatta sağlam dostlukların giderek azaldığı düşünülürken, yazar olarak izleyicinin bu samimi bağlara bu denli güçlü bir şekilde karşılık vermesini nasıl izah edersiniz?”

Özlemle… Bence büyük bir özlem var. Eski samimi günlere, dostluklara, arkadaşlıklara, akrabalıklara… Dünya bizi kaçınılmaz bir şekilde bireyselleşmeye doğru götürürken içimiz hala BİZ olmak istiyor…

“Dört sezondur izlenme rekorları kıran ve bozkırın ruhunu ekrana taşıyan Gönül Dağı, hem dramı hem de komediyi ustaca harmanlayan bir dizi. Bu güçlü hikâye nasıl ortaya çıktı? Çıkış noktanız neydi ve senaryoyu kaleme alırken sizi en çok etkileyen, bu dünyayı yaratmaya sürükleyen şey ne oldu?”

Öncelikle hikâyenin en başında TRT’ye ve yapımcımız Ferhat Eşsiz’e teşekkür etmem gerekiyor. TRT Kurumu bu projeyi Anadolu insanına bir vefa borcu olarak gördü, Ferhat Bey’in Anadolu sevdasıyla birleşti sonra benim nasibime düştü. Bozkırı ve Anadolu’yu anlatan bir hikaye istediler benden. Ben de çalıştım, heybemde ne varsa döktüm ortaya. Beğenildi yol alındı ve sonra yavaş yavaş yol arkadaşlarımız katıldı. Önce senaryo ekibim, hiç heyecanını kaybetmeden ilk günkü samimiyetle en güzel hikayelerini kattılar. Yönetmenimiz, teknik ekibimiz, oyuncularımız, kamera önü ve arkasında yüzlerce insan. Sonunda da her birinin ayrı ayrı emeği ve özverisiyle proje ete kemiğe büründü, Gönül Dağı oldu. Bence büyük bir samimiyetin ürünü Gönül Dağı. Çalışan emek veren herkesin… Ekran başında her hafta oturup izleyip değer katan, böyle nahif samimi bizden projeler de tutuyormuş dedirten, yeri geldiğinde bizlere kızan, eleştiren, tepkisini gösteren, yeri geldiğinde alkışlayan, yeri geldiğinde hatalarımızı kusurlarımızı örten ama bizi hiç bırakmayan seyircimizin ürünü Gönül Dağı…

“Gönül Dağı takipçilerinden gelen geri bildirimler, senaryo yazım sürecinizi etkiliyor mu? Seyirci talepleri doğrultusunda dramatik yapıyı veya karakter gelişimlerini değiştirdiğiniz durumlar oldu mu? İzleyici etkileşimi, senaryonun evrimleşmesinde nasıl bir rol oynuyor?"

Geribildirim (Feedback) biliyorsunuz iletişim kuramının en önemli parçası. Geribildirim olmadan iletişim olmaz. Tabi ki de seyirciden gelen eleştiriler yorumlar istekler bizim için çok kıymetli ve genellikle dikkate alıyoruz. Tabi ki herkesi mutlu etmemiz mümkün değil ama zamanla bir ortalaması oluyor geri bildirimlerin biz de ona göre hikayemize yön veriyoruz. Sürekli seyircimizle etkileşim halindeyiz. Yorumları takip ediyoruz. Hangi hikayelerin sevilip sevilmediğinin nabzını tutuyoruz… Dediğim gibi bu üretim sürecinde seyircinin rolü çok büyük…

⁠"Önümüzdeki dönemde yeni projeleriniz var mı? İzleyicileri ne gibi sürprizler bekliyor?"

Tabi ki heybemiz boş değil güzel projelerimiz var ama bunlar zamanla gerçekleşecek projeler. Şu an Gönül Dağı devam ediyor ve biz de onun dünyasında yaşamaya devam ediyoruz…

ALİ KARA'DAN YENİ SENARİSTLERE TAVSİYELER!

“Türk dizilerinin uluslararası alandaki başarısını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sektörün küresel pazarda daha fazla yer edinmesi ve içerik ihracatının artmasıyla birlikte, Türk televizyonunun geleceğini hangi yönde şekillendirecek gelişmeler öngörüyorsunuz?"

Türk drama sektörü son yirmi yılda epey bir mesafe kat etti. Hem içerik anlamında hem de prodüksiyon anlamında çok iyi bir noktaya geldik. Dünyadan da Türk Dizilerine karşı çok büyük bir teveccüh ve talep var. İşlerimizi yaparken sadece dizi değil aynı zamanda bir Kültür ihraç ettiğimizi de unutmamamız gerekiyor. Anadolu’nun güzelliklerini, değerlerimizi, kültürümüzü dünyaya anlatabilmek için, kendimizi dünyaya tanıtabilmek için dizilerin çok önemli bir rolünün olduğunu düşünüyorum. Bu hem bir fırsat hem de sorumluluk. Bu sorumluluğun bilincinde olmak gerekiyor.

“Dijital platformlar ile geleneksel televizyon dizileri arasındaki farkları nasıl değerlendiriyorsunuz? İçerik üretimi ve anlatı yapıları açısından her iki platformun sunduğu özgürlük ve sınırlamalar neler? Senaryo yazım sürecinde hangisinin daha fazla yaratıcı özgürlük sunduğunu düşünüyorsunuz?"

İkisinin de avantajları ve dezavantajları var. Televizyon daha fazla karakteri bütün detaylarıyla işlemenizi sağladığı gibi hikâye anlatma konusunda elinizi zenginleştirebiliyor ama uzun olmasının verdiği yorgunluk ve hikayeleri tüketmesi açısından da dezavantajları var. Dijital platformlar ise televizyonda anlatamayacağınız minimal hikayeleri daha fazla mesai harcayarak daha fazla düşünerek kaleme almanızı sağlıyor. Bir hikâyeyi kısa bir şekilde anlatmak zordur her zaman. Seçtiğiniz her sahnenin özenle seçilmesi gerekir. Anlatı konusunda daha ekonomik davranmak zorundasınız. Ama ne olursa olsun ikisinin de yeri ayrı ve ikisi de hikâye anlatmak için oldukça güzel bir yol…

“Senaryosunu çok beğendiğiniz ve keşke ben yazmış olsaydım dediğiniz bir dizi veya film var mı?”

Beğendiğim çok fazla film dizi var ama Ertem Eğilmez filmlerinin içinde olmayı çok isterdim.

Yeni senaristlere tavsiyeleriniz neler?

Söylenecek çok şey var tabi ama buraya sığacağını düşünmüyorum. O yüzden kısa ve öz, Yunus Emre’nin dediği gibi;

“İlim ilim bilmektir.
İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsen.
Ya nice okumaktır…”

Önce kendini bilmek… Bence meselenin özü bu…


Tütün kokulu anılardan bugünün ekranlarına uzanan bu yazarlık yolculuğunda, Ali Kara’nın kelimeleriyle değil, yüreğiyle yazdığını hissetmemek imkânsız. Onunla yaptığımız bu söyleşide, sadece dizilerdeki karakterleri değil, bizzat Anadolu’yu konuşturduğunu gördük. Sessiz ama derin bir anlatımın, gösterişten uzak bir bilincin ve tevazuyla örülmüş bir kalemin izinde ilerliyor Ali Kara. Röportaj boyunca bize anlattıkları değil, anlatmadıkları da çok şey söyledi aslında. Çünkü bazı hikâyeler, en çok duru bir bakışta ve sade bir cümlede saklıdır. Tıpkı onun yazdıkları gibi…

==