DOSYA HABER- DİLARA ADAK
Mavi Marmara’da kurşunla parçalanan umutlar, yıllar sonra Madleen’de yeniden denize açıldı. Ancak sonuç değişmedi. İsrail, yine yardım gemilerini durdurdu; yine dünya sustu. Uluslararası hukuk suskun, diplomasi aciz, vicdanlar ise bir kez daha sınanıyor.
Bu sadece iki geminin hikayesi değil. Bu, insani yardımın nasıl politik savaşlara kurban edildiğinin; süt kutularının, bebek mamalarının nasıl tehdit olarak algılandığının hikayesi…
MAVİ MARMARA'DA NE YAŞANDI?
İsrail'in uzun yıllardır uyguladığı ambargo ve abluka nedeniyle Gazze halkına yardım ulaştırmak ve bölgede yaşanan insanlık dramına dikkat çekmek amacıyla, 2010 yılında İHH İnsani Yardım Vakfı ile Free Gaza Movement ve Viva Palestina gibi uluslararası insani yardım kuruluşlarının öncülüğünde bir yardım kampanyası başlatıldı.
"Rotamız Filistin, Yükümüz Özgürlük" sloganıyla organize edilen kampanyaya, dünyanın birçok bölgesinden binlerce sivil toplum kuruluşu ve aktivist destek verdi.
Kampanya kapsamında temin edilen ilaç, tıbbi malzeme, çimento, demir, oyuncak, çocuk oyun parkı ve okul gereçlerinden oluşan yardım malzemeleri, Defne Y, Gazze 1 ve Mavi Marmara gemilerine yüklenerek 22 Mayıs 2010'da İstanbul'dan hareket etti.
Sarayburnu Limanı’ndan sevgi gösterileri eşliğinde uğurlanan Mavi Marmara, 28 Mayıs 2010’da saat 00.30'da Antalya Limanı'ndan, 32 ülkeden 560 yolcuyla, aralarında 34 yabancı gazetecinin de bulunduğu bir kafileyle Akdeniz'e açıldı.
Mavi Marmara, Kıbrıs'ın 30 mil güneyinde uluslararası sularda diğer beş gemiyle buluştu. Gazze'ye insani yardım götüren bu filo, 30 Mayıs 2010’da ortak hareketle Gazze yönüne doğru ilerledi. Ancak aynı gece ve 31 Mayıs gece yarısından sonra İsrail ordusu, telsiz üzerinden filoya tehdit mesajları gönderdi, havadan ve denizden tacizlerde bulundu.
İsrail komandoları, helikopterler ve zodyak botlarla sabaha karşı saldırıya geçerken, Mavi Marmara’daki sivillere önce sis ve ses bombaları atıldı, ardından hedef gözetmeksizin ateş açıldı.
Gerçekleşen silahlı saldırıda 9 Türk yardım gönüllüsü hayatını kaybetti, 50’den fazla kişi ise yaralandı. Uzun süre bitkisel hayatta kalan ve 4 yıl sonra vefat eden Uğur Süleyman Söylemez’in ardından yaşamını yitirenlerin sayısı 10’a yükseldi.
İHH İnsani Yardım Vakfı basın danışmanı Cevdet Kılıçlar saldırı anını fotoğraflarken, 19 yaşındaki aktivist Furkan Doğan da kamerayla görüntü kaydederken helikopterden açılan ateş sonucu hayatını kaybetti.

Türkiye’den sert tepki: Diplomatik ilişkiler donduruldu
Baskının ardından Türkiye, Tel Aviv Büyükelçisi’ni geri çağırarak İsrail’le askeri iş birliğini askıya aldı. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, saldırıyı “devlet terörü” olarak nitelendirirken, olay ulusal ve uluslararası kamuoyunda büyük yankı uyandırdı.
Türkiye, İsrail’den üç temel talepte bulundu; resmî özür, tazminat ve Gazze ablukasının kaldırılması.
BM raporu Her iki tarafı da eleştirdi
Birleşmiş Milletler tarafından oluşturulan Palmer Raporu, olayın ardından 2011 yılında yayımlandı. Raporda, İsrail’in Gazze ablukasının uluslararası hukuk açısından meşru olduğu, ancak Mavi Marmara baskınında aşırı güç kullandığı belirtildi. Aynı zamanda filoyu organize edenlerin İsrail’le çatışmayı öngörebilecek durumda olduğu ifade edildi.
2013 yılında dönemin İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, ABD Başkanı Barack Obama’nın arabuluculuğuyla Başbakan Erdoğan’ı telefonla arayarak yaşananlardan ötürü özür diledi. 2016 yılında iki ülke arasında ilişkilerin normalleşmesi için anlaşma sağlandı. İsrail, hayatını kaybedenlerin ailelerine toplamda 20 milyon dolar tazminat ödemeyi kabul etti.
Ancak bu gelişmelere rağmen Türkiye ile İsrail arasında diplomatik ilişkilerde zaman zaman yeniden gerilimler yaşandı.
Olayın ardından Türkiye’de, İsrailli üst düzey komutanlar hakkında dava açıldı. 2017 yılında, Türkiye ile İsrail arasında varılan normalleşme anlaşması çerçevesinde dava düştü. Ancak mağdur aileler ve İHH, bu kararın Anayasa’ya aykırı olduğu yönünde eleştirilerde bulundu.
Mavi Marmara’nın ardından ne değişti?
Mavi Marmara baskını, sadece Türkiye-İsrail ilişkilerinde değil, uluslararası deniz hukukunda da tartışmalara neden oldu. Türkiye’nin bölgesel politikalarında Filistin meselesi ön plana çıkarken, Gazze ablukası küresel ölçekte daha görünür hale geldi. Olay, sivil toplum kuruluşlarının uluslararası deniz taşımacılığıyla insani yardım sağlamasına ilişkin riskleri de yeniden gündeme getirdi.
Mavi Marmara’dan Madleen’e
Gazze’ye uygulanan İsrail ablukasını delmeyi amaçlayan sivil insani yardım girişimleri, son yıllarda tekrarlayan krizlerin odağında yer almaya devam ediyor. 2010 yılında Mavi Marmara ile başlayan denizden yardım taşıma çabaları, 2025 yılında Madleen adlı geminin engellenmesiyle yeniden gündeme geldi. Her iki olay da uluslararası hukukun, diplomatik ilişkilerin ve insan haklarının sınandığı anlar olarak tarihe geçti.
1 Haziran 2025’te, Gazze’de yaşanan insani krize dikkat çekmek ve İsrail’in uyguladığı abluka politikalarını protesto etmek amacıyla uluslararası bir sivil girişim tarafından “Madleen” adlı yardım gemisi denize açıldı. Geminin ismi, Gazze’nin ilk kadın balıkçısı Madleen Kullab’dan esinlenerek verildi.
Özgürlük Filosu Koalisyonu tarafından organize edilen Madleen, 1 Haziran 2025’te İtalya’nın Sicilya adasındaki Katanya Limanı’ndan hareket etti. Yaklaşık 2.000 kilometrelik zorlu bir yolculukla Gazze’ye ulaşması hedeflenen gemi, bölgedeki insani kriz ve ablukanın uluslararası kamuoyunda gündeme gelmesini amaçladı. Temel insani yardım malzemeleri gemide taşındı.
Madleen’in mürettebatında 11 aktivist ile 1 gazeteci yer aldı. Aralarında İsveçli iklim aktivisti Greta Thunberg, Fransız-Filistinli Avrupa Parlamentosu üyesi Rima Hassan, Almanya’dan Yasemin Acar, Brezilya’dan Thiago Avila, Türkiye’den Şuayb Ordu, İspanya’dan Sergio Toribio, Hollanda’dan Marco van Rennes, Fransa’dan Baptiste Andre, Reva Viard, Pascal Maurieras ve Yanis Mhamdi bulunuyordu. Ayrıca gazeteci Omar Faiad da görev yaptı. Mürettebat üyeleri, şiddetsiz eylem eğitimi aldı ve gemide silah bulunmadığı açıklandı.
Gemi, tıbbi malzemeler, gıda, bebek ürünleri, kadın hijyen malzemeleri, su arıtma kitleri ve çocuklar için protez uzuvlar gibi hayati insani yardım malzemelerini taşıyordu.
9 Haziran 2025’te, uluslararası sularda İsrail güçleri Madleen gemisine müdahale etti. Gemide bulunan 12 kişi gözaltına alınarak İsrail’in Aşdod Limanı’na götürüldü. İsrail, aktivistlerin ülkelerine iade edileceğini duyurdu. Müdahale sırasında gemi ile iletişim kesildi, internet erişimi engellendi ve geminin konumu yanlış gösterildi.
Bu müdahale, Türkiye Dışişleri Bakanlığı ve çeşitli uluslararası kuruluşlar tarafından uluslararası hukukun ihlali olarak değerlendirildi. Birleşmiş Milletler Filistin Özel Raportörü Francesca Albanese, olay için “korsanlık” ifadesini kullanarak İsrail’e uluslararası hukuk kurallarına uyması çağrısında bulundu. Türkiye Dışişleri Bakanlığı da sert bir dille müdahaleyi kınadı. Gelişmeler, uluslararası toplumda ve insan hakları örgütlerinde geniş yankı buldu.

Denizde yardım ulaştırmanın sınırları nedir?
Uluslararası hukukta sivillerin deniz yoluyla insani yardım götürmesi yasak değil. Ancak İsrail, Gazze'yi “düşman bölgesi” olarak tanımlıyor ve ablukanın kendi güvenliği açısından meşru olduğunu savunuyor. Bu argüman, Mavi Marmara baskını sonrasında yayınlanan BM Palmer Raporu’nda kısmen destek bulsa da, birçok hukukçu bu tutumun insan haklarına aykırı olduğunu savunuyor.
Mavi Marmara (2010) ve Madleen (2025) gemileri, yalnızca insani yardım taşımadı; aynı zamanda Ortadoğu diplomasisinin kırılgan doğasını ve uluslararası hukukun gri alanlarını da gün yüzüne çıkardı. Her iki olayda da sivil inisiyatifler, Gazze ablukasını aşmak için yola çıktı. Ancak karşılaştıkları askeri müdahaleler, küresel kamuoyunun ve devletlerin dikkatini çekerken, uluslararası sistemin çelişkilerini bir kez daha ortaya koydu.
Uluslararası hukuk ne diyor?
Her iki olayda da İsrail’in gemilere müdahalesi uluslararası sularda gerçekleşti. Bu durum, 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (UNCLOS) bağlamında tartışmalı bir konumda yer alıyor.
Mavi Marmara baskını, sivil gemiye karşı orantısız güç kullanımı nedeniyle insan hakları hukukunu ihlal etmekle eleştirildi. Madleen operasyonu ise şiddet içermeyen ancak yine de seyrüsefer özgürlüğünü engelleyen bir müdahale olarak değerlendirildi.
İsrail, her iki durumda da ablukayı “savaş durumu bağlamında meşru” sayarak kendini savundu. Ancak bu görüş, başta Türkiye olmak üzere birçok devlet ve insan hakları kuruluşu tarafından “kolektif cezalandırma” olarak nitelendirildi.
Denizlerde yankılanan bu çığlıklar, sadece Gazze’nin değil, insanlığın vicdanını da yaraladı. Mavi Marmara’dan Madleen’e uzanan bu mücadelede, umutlar kanatlanmak isterken kurşunlandı, barış çağrıları boğuldu. İsrail’in engelleriyle sıkıştırılan yardım gemileri, dünya sahnesinde vicdanları sorgulatıyor: İnsanlık ne zaman gerçek anlamda ses verecek? Çünkü engellenen sadece gemiler değil, acı çeken milyonların yardım umudu ve özgürlük arayışı. Şimdi soruyoruz;
Çocuklara süt götüren gemilere kurşunu kim sıktı?
