Türkiye, son dönemde yaşanan doğal afetler ve toplumsal sorunlarla adeta yangın yerine dönmüş durumda. Deprem sonrası Ege Bölgesi’nde başlayan orman yangınları, ülkenin pek çok noktasında yaşamı olumsuz etkilerken, vatandaşların ruh sağlığını koruması her zamankinden daha kritik hale geldi.
Türkiye ve Dünya: Kolektif Bir Sınav
İçinde bulunduğumuz dönem, iyi ile kötünün net biçimde ayrıştığı, karmaşık ve zorlu bir süreç olarak tarihe geçiyor. Türkiye’nin karşı karşıya olduğu afetler, küresel çapta yaşanan sosyal, ekonomik ve çevresel krizlerle paralel ilerliyor. Böyle bir dönemde bireylerin akıl sağlığını ve iç dengesini koruması, hem toplumsal hem de bireysel olarak hayati önem taşıyor.
Ege’deki Yangınlar ve Yaşanan Duygusal Çalkantılar
Ege Bölgesi’nde, özellikle Seferihisar ve çevresinde başlayan ve İzmir’in birçok noktasına yayılan orman yangınları, bölge halkında derin korku ve umutsuzluk duyguları yarattı. Yangınların evlere yakın bölgelerde başlaması, “Kaçacak yer kalmadı” farkındalığını pek çok kişide güçlendirdi.
Uzaktan yangınları izleyen vatandaşlar, çaresizlik, korku ve yoğun acı hissiyle baş etmekte zorlandı. Bu durum, bireylerin psikolojik dayanıklılığını test ederken, varoluşsal endişeleri de beraberinde getirdi.
Bastırılan Duygular ve Kalbin Katılaşması
Kuşaklar boyunca travmatik deneyimler karşısında duygularını bastıran toplumumuz, gün geçtikçe kalbini sertleştiriyor ve hissetmemeye başlıyor. Ancak uzmanlar, bastırılan duyguların zamanla fiziksel ve ruhsal hastalıklara dönüşerek kendini hatırlattığını belirtiyor.
Yangınlar gibi kolektif travmalarda, bireylerin saldırı, kaçış, donma veya çökme gibi otomatik tepkiler verdiği gözlemleniyor. Bu tepkiler, hayatta kalma mekanizması olsa da uzun vadede ruh sağlığını olumsuz etkileyebiliyor.
Paylaşım ve Empati: Psikolojik Dayanışmanın Gücü
İçinde bulunulan çaresizlik ortamında, duygularını paylaşabilen bireylerin daha sakinleştiği ve psikolojik açıdan destek aldığı görülüyor. Uzmanlar, hislerin bastırılması yerine, “sit with it” yani “bununla biraz kal” yaklaşımının önemine dikkat çekiyor. Bu yöntemle, kişinin duygularını gözlemlemesi ve kabullenmesi, iyileşme sürecinin ilk adımı sayılıyor.
Atisha’nın Kalp Meditasyonu ve Şefkatin Önemi
Tibet Budizmi’nin erken dönem öğretmenlerinden Atisha’ya atfedilen Kalp Meditasyonu, acıyla savaşmak yerine onu kalbe davet etmeyi öğütlüyor. Bu pratik, acı ve zorlukları kalpte sevgi ve şefkatle dönüştürmeyi hedefliyor.
Meditasyon üç aşamada ilerliyor: Öncelikle bireysel sıkışmalarla yüzleşmek, ardından aile ve sevdiklerin acılarına kalbi açmak, son olarak da kolektif travmalar için şefkat geliştirmek. Bu süreç, kalbin kapsayıcı gücünü ve iyileştirici potansiyelini ortaya koyuyor.
Zor Zamanlarda Kalbimize Alan Açmak Hayati
Türkiye’nin yangınlar ve diğer krizlerle mücadele ettiği bugünlerde, bireylerin duygularını bastırmadan yaşaması ve kalplerinde acılara alan açması psikolojik dayanıklılık açısından kritik öneme sahip. Paylaşım, şefkat ve farkındalık, hem bireysel hem de toplumsal iyileşmenin anahtarları olarak öne çıkıyor.
Yaşanan zorluklara rağmen hayatın akmaya devam ettiği bilinciyle, her bireyin içsel dengesi ve ruh sağlığını koruması, bu zorlu süreçte atılacak en önemli adımlardan biri olacak.
Kaynak: Uplifers