Müjdat Gezen Sanat Merkezi mezunu sanatçı Kısmet Ekim Tekinbaş, İstanbul’da reklam, dizi ve sinema alanlarında çalıştıktan sonra, büyük şehir yaşamını geride bırakarak Trabzon’un Araklı ilçesindeki Erenler Mahallesi’ne yerleşti. Deprem korkusu ve doğa özlemiyle radikal bir karar alan Tekinbaş, şehir hayatına veda ederek yeni bir yaşam kurdu.
Kısmet Ekim Tekinbaş, Baba Evini Kendi Elleriyla Baştan Yarattı
Yaklaşık üç yıl önce harabe durumdaki baba evine dönüş yapan Tekinbaş, hiçbir ustadan yardım almadan, evin sıvasından çatısına kadar tüm yenileme işlerini kendi başına gerçekleştirdi. “Buraya ölmeye geldim, geri dönmeyi asla düşünmüyorum” diyen Tekinbaş, doğayla kurduğu bağ sayesinde hem ruhen hem fiziksel olarak yepyeni bir sayfa açtı.
Köy yaşamına dair hiç deneyimi olmadığını belirten sanatçı, zamanla bu yaşam tarzına alıştığını ve üretmenin verdiği mutluluğu keşfettiğini söylüyor: Ektiğim sebzelerden yemek yapıyorum, deri çanta dikiyorum. Burada hiçbir iş bitmiyor, bu yüzden sıkılmıyorum. Arabam yok, ihtiyaçlarımı sırtımda taşıyorum ama buna değiyor.
Portekiz, Fransa, İtalya, Almanya, Avusturya ve Fas gibi pek çok ülkeyi gezdiğini anlatan Tekinbaş, hiçbir yerde toprağa ve aidiyete dair hissettiği bağı bulamadığını “Babama ya da bana dünyanın hiçbir yerinde toprak verilmeyecek. Bu yüzden kendi topraklarımda kalmayı seçtim.” sözleriyle anlattı.

Şehirden Kaçanlara İlham Olacak Bir Yaşam Öyküsü
Sanatla iç içe büyüyen Tekinbaş’ın mimarlık ve tasarıma olan ilgisi, ona evini inşa etme sürecinde ilham verdi. Kısmet Ekim Tekinbaş, “İnşaatla ilgili videolar izledim, ustalara danıştım. Her şeyi öğrenerek yaptım. Burası artık benim hem atölyem hem yuvam.” açıklamasında bulundu.
Amcası Ali Tekinbaş, yeğeninin azmi ve yeteneğinden gururla söz ediyor: Eğitim almadı ama eli yatkındı. İstanbul’dan geldi, buradaki hayatı benimsedi ve başardı.
Kısmet Ekim Tekinbaş’ın hikâyesi, sadece bir şehirden kaçış değil; aynı zamanda özgürlüğün, üretimin ve doğaya dönüşün bir manifestosu. Modern hayatın kaosuna alternatif arayanlara ilham veren bu yaşam biçimi, insanın kendi elleriyle kurabileceği sade ve anlamlı bir dünyanın mümkün olduğunu gösteriyor.