"Bu kriz, aslında bir bilinç krizi. Öyle bir kriz ki artık daha fazla eski kuralları, eski şablonları, eskiden kalma gelenekleri kabul edemez. Hele ki dünyanın bugünkü haline bakınca, bunca sefalet, çatışma, yıkıcı zulüm, saldırganlık vb… İnsanoğlu hala eskiden beri bildiğimiz gibi, hala barbar, hala şiddet tutkunu, saldırgan, açgözlü, rekabetçi... Ve inşa ettiği toplum da bu değerler üzerine kurulu."

Kadim ve evrensel bir bilinç krizinden bahseden bu sözler Hint Filozof Jiddu Krishnamurti'ye ait...

Hindistan'da ve belki bundan 50 yıl önce yapılan bir konuşma... Fakat günümüz dünyası ile o kadar benzer ki yaşanan ortam... Hiçbir şey değişmemiş; sadece yüzler değişmiş...

Dünyanın sadece günümüze ait zannettiğimiz birçok sorunu aslında kadim sorunlar. İnsanlık varolduğu andan itibaren başlayan sorunlar şekil değiştirerek; bazen ilerlemeci bir şekilde evrilerek bazen de çöküşlerle evrilerek gelen sorunlar... Kullanılan araçların ve çözüm yöntemlerinin değişimi sadece üretilen sonuçları değiştiriyor. Sorunlar ise hep aynı kalıyor. 

Toplumlar, bir araya gelen insanların ortak bilinçlerinin yansıması sonucu oluşurlar. Bütün toplumlar belli kurallar, ritüeller, ülküler, töreler veya idealler çerçevesinde toplanan insanlardan oluşur. Aslında tolumsal sorunların, oluşumların, siyasetin, ekonominin, devrimlerin, ayaklanmaların, diktatörlüklerin, savaşların, çatışmaların, kültürün ve dahi toplumsal anlamda sayılabilecek bütün kavramların kaynağı insanın ve insanlığın bilincidir. Eğer insanın ve insanlığın bilincinde bir kayma, bir sapma veya bir bozulma gerçekleşirse toplumlar bunun bir sonucu olarak doğal bir dejenerasyon veya krizlerle karşılaşır. İşte toplum mühendisliği kavramının ana yol haritası da zannımca budur. İnsanlığı sürekli bir kirizin içerisinde tutarak toplumları yönetmek...

Savaş ya da barış... İki ayrı ama benzer söylem. Diktatörlük ve demokrasi gibi... İkisinin de yönü aynı, amacı aynı, söylemi kullananlar aynı olduktan sonra kavramlartın zıt olması bir anlam ifade etmez. Yani aslında barış için savaşırsınız... Demokrasi getirmek için dikta ile yönetirsiniz. Daha refah, daha zengin bir dünya için ekonomik krizleri yaratırsınız. İnsanlığın daha mutlu olabilmesi için bunu hak etmeyen diğer insanları öldürür veya sömürürsünüz. İşte insanlığın kriz noktası...

Yakın tarihimizde yaşanan birçok toplumsal olay (savaş, göç, işgal, devrim, ayaklanma, siyasi seçimler vs) bu krizin bir yansıması. Bilinçlerin krizden kurtulmadığı bir ortamda kavramların isimlerinin bir önemi yoktur.

Bilincin krizde olduğu dünyada; devrimi gerçekleştirenlerin despotlaştığını, fikir hürriyeti için bedel ödeyenlerin gücü eline geçirdiğinde fikir kıyımı yaptığını, küresel barış için imza toplayanların göreve geldiğinde sivillerin bombalanması emri verdiğini görebilirsiniz. Nitekim bu örnekleri defalarca hem ülkemizde hem de dünyada gördük ve görüyoruz.

Bilincin krizde olduğu bir ortamda elimizdeki ideoloji, fikir, inanç veya söylem ne kadar güçlü olursa olsun dünya ve insanlık adına ürettiğiniz iddianızın altında ezilmeye mahkumuz. 

Ve krizlerin yaşandığı bir toplumda kandinizi toplumun akışına bırakmak yaşanacak en acı sonuçtur.

Krishnamurti'nin de dediği gibi;

"Bu denli hastalıklı bir topluma iyi entegre olmak, sağlıklı olmanın bir ölçüsü olamaz.”