
EMEĞİN YOLCULUĞU: SÖMÜRÜDEN 1 MAYIS'A...

18. yüzyıl sonları 19. yüzyılın başlarında insanlık; buhar ve suyun sanayide kullanılmaya başlanmasıyla, kas gücü ve üretim tezgâhlarının yerini, makineler ve fabrikalara bıraktı. Özellikle Britanya ve Batı Avrupa üzerinde ardından Amerika ve dünyanın çoğu yerinde gelişen fabrikalaşmalar ile sanayi devrimi doğdu. “Devrim kanlı olur” diye bir söz vardır. Bu sözün gerçekliği, tarihte de birçok kez doğrulanmıştır. Sanayi devriminin kanı, yani kurbanları ise işçiler oldu.
Günde 15-16 saat ve daha üzeri süren çalışma saatleri, hiç denecek kadar bir temsili ücret, sosyal güvence yoksunluğu, insani olmayan çalışma şartları, çocuk işçiliğinin tercih edilmesi, bitmek bilmeyen iş kazalarına bağlı ölümler ile işçiler, uzun süre köleci zihniyetlerin yönetiminde sömürüldü.
Hak arayışı bir kenara olsun, sesini çıkarmak isteyen işçilerin can güvenliğinin bulunmadığı bir dönemden bahsediyoruz. Bu dönemin etkisi şiddetini de arttırarak uzun süreler devam etti.
Zulmün olduğu her yerde insanlık, hakkını aramak için gözünü karartır. Bu dönem uzun süre devam etse de kaybedecek bir şeyi olmayan bireyler oluşturulmasını sağlayan yönetim anlayışı ile işçiler; önce çalıştığı yerlerde mikro boyutlarda, daha sonra ulusal boyutta bir araya gelerek haklarını daha gür ve güçlü aramanın yollarını aradı. Bu arayış sonucunda birer ikişer bir araya gelen işçiler, sendikaların ortaya çıkmasını sağladılar. Artık işçilerin hakkını savunan, sesinin gür çıkmasını sağlayan, onlara güvence olmuş teşkilatları vardı. Sendikalaşma tüm fabrikalarda hızla yayılırken, köleci zihniyetli fabrika yönetimleri bu duruma daha fazla dayanamayıp sendikalar ile bir araya gelmeye, onlarla anlaşmaya, kısacası sendikaları bir taraf olarak görmeye başladılar.
Artık teşkilatlı temsil gücüne sahip işçiler haklarını talep edebiliyor, emeğinin ona verdiği gücü işverene karşı kullanabiliyordu. Kısacası, bu dönemden sonra tarihin seyrinde artık işçiler işgücü olarak değil, insan olarak görülecek ve emek sınıfı resmen kabul edilmiş olacaktı.
Kabul gören ve taraf olarak tanınan emek sınıfı olsa da sorunlar çok büyük ve çözülmesi de bir o kadar sancılı olacaktı. Sonuçta ortada, insan onuruna yakışmayan bir düzen ve yönetim anlayışı mevcuttu. Sendikaların talepleri günümüzdeki gibi yan hakların iyileştirilmesinden çok, şartların insanileştirilmesi yönünde oluyordu. Önce çalışma saatleri ve ücretler, sonrasında güvence talepleri ardı ardına sıralanıyor; uzun süren pazarlıklar ile çoğu reddediliyor ya da eksik şekilde kabul görüyordu.
İşverenlerin katı tutumları ve keyfi uygulamalarına karşı koymak adına 1 Mayıs 1886 tarihinde Amerika’da meydanlara çıkan işçiler, günde 8 saat çalışma hakkı için kitlesel grevlere başladılar. Barışçıl bir şekilde başlayan protestolar, 4 Mayıs’ta Haymarket Meydanı’nda yapılan bir gösteride kanlı bir şekilde bastırıldı. Provokasyonlar sonucunda çıkan çatışmalarda, işçi ve polislerden yaralananlar ve vefat edenler oldu. Olaylar sonucunda işçilerin liderleri ve sendikacılar tutuklanarak idam edildi. Bu olay tarihe "Haymarket Olayı" olarak geçti ve dünya işçi hareketi için büyük bir sembol hâline geldi.
Bu olayların ardından 1889 yılında Paris’te toplanan uluslararası işçi hareketleri; 1 Mayıs’ı her yıl tüm dünyada işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak kutlama kararı aldı. İlk kutlamalar 1890 yılında yapıldı. Zamanla bu kutlamalar, birçok ülkede resmi bayram olarak kabul edildi.
Fabrikalardaki köleci zihniyet sonucunda meydanlara taşan isyanın ve hak arayışı mücadelesinin temeli, oldukça kanlı ve hüzünlüdür. Bugün hak olarak bize verilen 1 Mayıs İşçi Bayramı’nın temelinde bu mücadele ruhu yatmaktadır. Başta emeğinin hakkını arayan ve koruyan bütün işçilerin ve alın teri ile ekmeği uğruna hayatını kaybeden tüm işçilerin 1 Mayıs İşçi Bayramı kutlu olsun!