
İŞ KAZALARI: GÖRMEZDEN GELİNEMEYECEK BİR GERÇEKLİK

Ülkemizde iş kazaları, ne yazık ki hâlâ çalışma yaşamının kanayan yaralarından biri olmayı sürdürmektedir. Her yıl binlerce işçi iş kazaları nedeniyle hayatını kaybetmekte ya da bedensel ve ruhsal bütünlüğünü yitirmektedir. Uluslararası standartlarla kıyaslandığında oldukça yüksek oranlarda seyreden bu kazalar, çoğu zaman alınmayan basit önlemlerden, ihmallerden ve denetim eksikliklerinden kaynaklanmaktadır. İş güvenliği kültürünün yerleşmemesi, çalışanların yeterince bilinçlendirilememesi ve işverenin sorumluluklarını gereği gibi yerine getirmemesi bu trajik tabloyu besleyen temel unsurlar arasında yer alır. Oysaki iş kazaları, çoğunlukla “kader” değil, “ihmal” sonucu meydana gelir. Bu yazıda, iş kazalarının hukuki boyutunu, sorumluluk ilişkilerini ve işçilerin hak arama yollarını detaylı bir şekilde ele alacağız.
SSGSSK Madde 13’e göre iş kazası:
a)Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada, b) İşveren tarafından yürütülmekte olan iş nedeniyle sigortalı kendi adına ve hesabına bağımsız çalışıyorsa yürütmekte olduğu iş nedeniyle, c) Bir işverene bağlı olarak çalışan sigortalının, görevli olarak işyeri dışında başka bir yere gönderilmesi nedeniyle asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda, d) Bu Kanunun 4. Maddesi’nin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamındaki emziren kadın sigortalının, iş mevzuatı gereğince çocuğuna süt vermek için ayrılan zamanlarda, e) Sigortalıların, işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş gelişi sırasında meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen ya da ruhen özre uğratan olaydır.
6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu iş kazasını “İşyerinde veya işin yürütümü nedeniyle meydana gelen, ölüme sebebiyet veren veya vücut bütünlüğünü ruhen ya da bedenen engelli hâle getiren olay” olarak tanımlamıştır.
Kısacası bir olayın iş kazası olarak nitelendirilebilmesi için dört unsurun gerçekleşmesi gerekir. Bunlar:
• Kazaya uğrayanın sigortalı olması,
• Kazalının hemen veya sonradan bedenen veya ruhen özre uğramış olması,
• Sigortalının yer ve zaman itibariyle 5510/13. Madde’de sayılan hususlardan birine göre kazaya uğraması,
• Kazada nedensellik “illiyet” bağının bulunmasıdır.
İş kazası nedeniyle tazminat davası açma süresi yani zamanaşımı süresi; iş kazasının meydana geldiği tarihten itibaren 10 yıldır (TBK m.146). İş kazası neticesinde yaralanma (maluliyet) veya ölüm olması arasında genel zamanaşımı bakımından herhangi bir fark yoktur. Özellikle belirtmek gerekir ki, iş kazası nedeniyle bir ceza davası açılmışsa ve ceza davasının “dava zamanaşımı süresi” daha fazla ise, iş kazası nedeniyle tazminat davasında da ceza davası zamanaşımı süresi uygulanır. Örneğin, ceza davasındaki 15 yıllık zamanaşımı süresi, iş kazası nedeniyle tazminat davasında da uygulanacaktır.
Sosyal Güvenlik Kurumuna da iş kazası bildirimleri kazanın meydana geldiği tarih itibariyle en geç 3 (üç) iş günü içerisinde bildirilmelidir. Şayet kaza işverenin hakimiyet alanı dışında meydana gelmiş ise bildirim süresi, işverenin kazayı öğrendiği tarihten itibaren başlar. Bu bildirim, SGK’ya e-Bildirge sistemi üzerinden yapılmalıdır. İşveren veya işçinin bildirimi üzerine SGK denetmenleri aracılığıyla inceleme yapılarak olayın iş kazası olup olmadığını, oluş şeklini ve tarafların kusur durumunu belirten bir rapor düzenlenir.
İnceleme raporunda olayın iş kazası olarak nitelendirilmesi halinde hak sahibi iş mahkemesinde doğrudan maddi ve manevi tazminat davası açabilir. İş kazası, SGK’ya bildirilmiş olmasına rağmen kurum tarafından iş kazası olarak kabul edilmemişse hem SGK hem de işverenin davalı olarak gösterileceği bir “iş kazasının tespiti davası” açılmalıdır. Bu tespit davası, tazminat davasından bağımsızdır ve 10 yıllık zamanaşımı süresine tabidir.
İş kazası tazminat davası, iş kazasının tespiti davasının kesinleşmesini beklemelidir. İş kazası SGK’ya bildirilmeden doğrudan tazminat davası açılmışsa, iş mahkemesi davacıya SGK’ya ihbarda bulunması için süre verir. Kurum kazayı iş kazası olarak kabul etmezse bu kez SGK ve işverenin davalı gösterileceği tespit davası açılmalıdır. Bu tespit davasının sonucu bekletici mesele yapılır. Tespit davası kesinleşmeden tazminat davasında karar verilemez.
Her iş kazasında işverenin sorumluluğundan, yani kusurundan söz edilemez. İşçiyi gözetme borcuna aykırılık nedeniyle oluşan zararların tazmini, TBK m. 417/3’te düzenlenmiştir. Buna göre; işçinin ölümü, bedensel veya ruhsal bütünlüğünün zedelenmesi ya da kişilik haklarının ihlali hâlinde, işveren bu zararlardan sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine göre sorumlu tutulur.
Öğretide işverenin işçiyi gözetme borcunun iş akdinden doğan bir borç olduğu, dolayısıyla TBK’da bu husus açıkça düzenlenmese bile sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerinin uygulanacağı ifade edilmiştir. Ancak TBK m.417 sayesinde, işçinin ölümü halinde sözleşmenin tarafı olmayan destekten yoksun kalanların da sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluğa dayanabilmesi sağlanmıştır.
İşverenin sorumlu olmadığı kazalarda sosyal güvenlik kurumu işverene rücu edemez. Ancak işverenin sorumlu olduğu durumlarda kurum, işverene rücu edebilir.
Bir olayın iş kazası olarak sayılması için işçinin olay anında hemen bir zarara uğraması şart değildir. Sonradan ortaya çıkan rahatsızlıklar, doktor raporuyla kazaya bağlanırsa bu da iş kazası olarak değerlendirilir.
Kaza ve zarar arasında uygun nedensellik bağı (illiyet bağı) kurulabiliyorsa, olay iş kazası olarak kabul edilir ve sosyal sigorta yardımı sağlanır. Ancak bu, işverenin mutlaka hukuki sorumluluğu doğacağı anlamına gelmez. İşverenin kusuruna dayalı sistemde kusur yoksa sorumluluk da olmaz. Ancak kusursuz sorumluluğun benimsendiği durumlarda işverenin kusurundan bağımsız olarak da sorumluluk doğabilir.
Yargıtay kararlarında işverenin sorumluluğu zaman zaman tehlike esasına dayalı kusursuz sorumluluk olarak ifade edilmiş, ancak son dönemde kusur sorumluluğu yaklaşımı ağırlık kazanmıştır. Yine de, kusursuzluk veya düşük kusur durumlarında üçüncü kişinin ağır kusuru varsa işverenin sorumluluğu ortadan kalkabilir.
Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği Madde 45/III’e göre: “Kaçınılmazlık; olayın meydana geldiği tarihte geçerli bilimsel ve teknik kurallar gereğince alınacak tüm önlemlere rağmen, iş kazası veya meslek hastalığının meydana gelmesidir.” Kaçınılmazlık halinde işverenin sorumluluğu genellikle %60 oranında kabul edilmektedir.
TBK Madde 417’ye göre: “İşverenin işçiyi gözetme borcuna aykırı davranması sonucunda işçinin ölümü, vücut bütünlüğünün zedelenmesi veya kişilik haklarının ihlaline bağlı bir zarar meydana gelirse, bu zarar sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine dayanılarak tazmin edilir.”
Yargıtay içtihatları da bu doğrultudadır: Eğer kazada maluliyetin kaza öncesi bir rahatsızlıktan kaynaklandığı ya da iş kazasıyla illiyet bağı kurulamadığı bilirkişi raporlarıyla tespit edilirse, tazminat talepleri reddedilmektedir.
İşvereni sorumluluktan kurtaracak temel unsur, eylem ile zarar arasında uygun illiyet bağının kesilmesidir. Bu bağ; mücbir sebep, zarar görenin veya üçüncü kişinin ağır kusuruyla kesilebilir. Uygun illiyet bağının kesildiğinin ispatı halinde işverenin sorumluluğuna gidilemez.
“Davalı, davacının işvereni olmadığını, davacı tarafından gemide iş kazası geçirildiği yönündeki iddianın kanıtlanmadığını, gemide iş güvenliğine ilişkin her türlü önlemin alındığını savunarak, davanın reddini dilemiştir. Mahkemece, davacının maluliyetinin olay tarihinden önce de kendisinde bulunduğu, iş kazası ile uygun illiyet bağı bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacının istinaf başvurusu üzerine Bölge Adliye Mahkemesince, tazminata esas teşkil eden olayla meydana gelen zarar arasında illiyet bağının kurulması gerektiği, alınan adli tıp raporlarının içeriğinde açıkça, kişide mevcut arazların olay tarihinden önce kendisinde mevcut olduğu ve iş kazası ile illiyet kurulamadığı, bu nedenle maluliyet tayinine mahal bulunmadığının belirtildiği, çalıştıranın iş yerinde işletme tehlikesine karşı yeterli koruma önlemlerini almak, uygun ve sağlıklı çalışma yeri sağlamakla yükümlü olduğu gibi çalışanın da işi özenle ifa etmek, iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlü olduğu, davacının tazminata konu ettiği olayla meydana gelen zarar arasında alınan bilirkişi raporları ile illiyet bağı kurulamadığı tespit edildiği gerekçesi ile istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir. (Yargıtay 3. HD 16.02.2021 Tarih, 2020/7074 Esas, 2021/1516 Karar)
İşvereni, zararlandırıcı olay nedeniyle sorumluluktan kurtaracak olan durum, eylem ile meydana gelen zarar arasındaki uygun illiyet rabıtasının kesilmesidir. Kusursuz sorumlulukta olduğu gibi kusur sorumluluğunda da illiyet bağı; mücbir sebep, zarar görenin ve üçüncü kişinin ağır kusuru nedenleriyle kesilebilir. Uygun illiyet bağının kesildiğinin ispatı halinde, işverenin sorumluluğuna gidilmesi mümkün değildir. (HGK, 20/03/2013 Tarih, 2012/21-1121 Esas, 2013/386 Karar)
Dosyada dinlenen davalı ve davacı tanık ifadeleri arasında özellikle ilk derece mahkemesiyle istinaf safhasında alınan beyanlar arasında ciddi çelişkiler olduğu görülmekle bu kişilerin ayrıntılı beyanlarına başvurularak bu çelişkiler giderilmeli, davacının 2013 yılında geçirdiğini iddia ettiği iş kazası sebebiyle ayağının kırılması olayıyla daha sonra bu kaza sebebiyle ayaklarının ampute olduğu iddiası arasında illiyet bağı olup olmadığı gerekli tedavi evraklarının tümü celp edilerek araştırılmalıdır. Belirtilen açıklamalar ve benimsenen ilkeler kapsamında, uyuşmazlık konusu husus yeniden usulünce incelenip, yapılacak değerlendirme sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde karar tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. .(Yargıtay 10. HD, 25.02.2021 tarih, 2021/ 85 Esas, 2021 / 2254 Karar)
En nihayetinde, iş kazalarının yalnızca yaşandıktan sonra ele alınması değil, yaşanmadan önce önlenmesi esas olmalıdır. Bu noktada hem işverenin hem de çalışanların sorumluluklarının bilincinde olması, iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin sadece yasal bir zorunluluk olarak değil, bir yaşam hakkı meselesi olarak görülmesi büyük önem taşır. Eğitim, denetim, risk analizi ve önleyici tedbirler sayesinde iş kazalarının büyük oranda azaltılması mümkündür. Her işçinin güvenle çalışabileceği bir ortam yaratmak, sadece hukukî bir yükümlülük değil, aynı zamanda vicdani ve toplumsal bir sorumluluktur. Unutulmamalıdır ki bir işçinin hayatı, alınmayan bir önlemden daha değersiz değildir.