
BİR YANGININ ÜÇ YARASI: EKOSİSTEM, GEÇİM, CAN

Bu yıl Türkiye sadece sıcağın değil, ateşin de ortasında kaldı. Birbirini takip eden alevler, harita üzerinde nokta nokta değil, yüreklerde delik delik iz bıraktı. İzmir’den Eskişehir’e, Tekirdağ’dan Zonguldak’a, Çanakkale’den Sakarya’ya kadar birçok şehrimiz, ormanlarıyla, otelleriyle, evleriyle, canlarıyla yandı.
Ekosistem sessizce çöküyor. 2025’in ilk 7 ayında Türkiye’de 3.000’den fazla yangın çıktı; 1.295’i ormanlarda, 1.700’ü tarım ve yerleşim alanlarında gerçekleşti. Binlerce hektar orman ve tarım arazisi kül oldu. Binlerce hayvan yaşamını yitirdi, pek çok canlı türü habitatını kaybetti. O ağaçlarla birlikte yaşam zincirinin halkaları da kopuyor. Toprak, su, hava… Hepsi dengesini kaybediyor.
Geçim dediğimiz şey, sadece para değil. Bir arıcının tüm kovanları, bir çiftçinin ahırı, bir otel işçisinin sabah işe giderken taşıdığı umut… Hepsi birer geçim demekti. Ve onlar da alevlerle birlikte yok oldu. Tarımda, hayvancılıkta yaşanan kayıplar yüzbinlerce insanın günlük hayatını derinden etkiledi.
Ve en acısı: Can. Onlarca insan. Kimi müdahale ederken, kimi sadece dinlenmek için gittiği yerde, kimi evinden çıkamadan, 2025 yılı boyunca Türkiye’deki yangınlar, ardında yalnızca harabe olmuş yerler değil, kaybolmuş hayatlarda bıraktı. Geride kalanlar içinse bir ömür sürecek eksiklik, bir türlü dinmeyen yangın kaldı.
Peki neden?
Her yangının ardından sorulması gereken ilk soru bu olmalı. “Neden bu kadar çok yangın?” Doğal mıydı gerçekten hepsi? Yoksa insan eliyle gelen ihmallerin bir sonucu muydu? Cevabı ne olursa olsun, sonuç hep aynıydı: Kaybedilen canlar, yok olan yaşamlar, kül olan gelecekler.
2024’ün başında Bolu Kartalkaya’daki kayak otelinde çıkan yangında, ihmal ve yapı eksikleri konuşuldu. Birkaç hafta geçmeden Bilecik’te çıkan yangın geniş ormanlık alanları sardı. İzmir’in Aliağa ve Menderes ilçelerinde meydana gelen büyük yangınlarda binlerce dönüm orman küle dönerken, en az 3 kişi yaşamını yitirdi. Temmuz ayında Tekirdağ’da çıkan yangın köy evlerine kadar ilerledi, birçok kişi tahliye edildi. Zonguldak ve Sakarya’da meydana gelen yangınlarda itfaiyeler günlerce mücadele etti. Ve en son 23 Temmuz’da Eskişehir’in Odunpazarı ilçesinde çıkan büyük yangında, resmi verilere göre en az 10 kişi hayatını kaybetti.
Peki orman yangınları sadece ağaçları mı alır bizden?
Hayır. Yangınlar bir ağacın gövdesiyle birlikte o gövdenin gölgesinde büyüyen kuşu, sincabı, çobanın yolunu, köylünün geçimini de yaktı. Alevler, sadece bir ormanı değil; bir ailenin evini, bir çocuğun anılarını, bir yaşlının 40 yıllık toprağını da kül etti.
Ve sonra herkes yine aynı soruyu sordu: “Kim sorumlu?”
İhmal varsa kimse sessiz kalmamalıydı. Denetimsizliğin, tedbirsizliğin, yıllardır ötelenen yapı eksiklerinin bedelini yine halk ödememeliydi.
Ama mesele sadece sorumluların kim olduğu değil.
Asıl mesele şu: Biz ne yapabiliriz?
Belki bir ormanı kurtaramayız kendi başımıza… Belki bir otelin yangın merdiveni eksik diye hesap soracak yetkimiz yoktur. Ama hepimizin bir kıvılcımı söndürme, bir canı koruma, bir ihmali görünür kılma gücü var. Ve her şey, fark etmekle başlıyor.
Yol kenarından geçerken çalıların arasında bir duman görüp duraklamayı seçen biriyle başlar bu hikâye. Telefonunu çıkarıp “112”yi tuşlayan bir gençle, sosyal medyada yangınla ilgili yanlış bilgiler dolaşırken altına “bu doğru değil” yazan biriyle, kaldığı otelde yangın çıkış kapısının önünde valiz olduğunu görüp yönetime şikayet eden bir kadınla başlar.
Kimi zaman bir çocuk, elindeki pet şişeyi ormana atmadan önce çevresine bakar ve “burası bizim” der. Biri sigarasını söndürmeden yere atmak üzereyken, yanındaki onu uyarır. Kimi zaman bir öğretmen, sınıfta öğrencilerine ağaçların sadece oksijen değil, ev, yurt, yaşam olduğunu anlatır. Bir anne çocuğuna, yazın piknik yaparken ateş yakmamayı öğretir.
Bazen sadece izlemek yerine sesini yükseltmektir yapabileceğimiz şey. “Bu yangın neden çıktı?” diye sormaktır. “Bu insanlar neden öldü?” diye düşünmektir. Herkesin sustuğu yerde, vicdanla konuşmaktır.
Çünkü doğa sadece devlete ait değildir. Hepimize emanettir. Ve bu emanet, öylece köşeye bırakılacak bir şey değil; korunacak, sahip çıkılacak bir can gibidir. Unutmayalım ki; yangın söndürmek kadar, yangını başlatmamayı öğrenmek de bizim görevimizdir.
Küllerle kaplı bir geleceği değil, sağlam bir yarını seçmek bizim elimizde.